“Işığını Paylaş: İyilik, Hoşgörü ve İnsan Olmanın Güzelliği”

Zaman zaman hayatta, insanların niye olduğunu anlamakta zorlandığımız davranışlarla karşılaşırız. İhanet, aldatma, nazar, kötü göz, haset, arkadan konuşma, birinin kuyusunu kazmak ve hatta iyilik yapan birine kötülük yapmak gibi davranışlar, toplumun her kesiminde, ne yazık ki, zaman zaman gözlemlenebiliyor. Pekala, bir insan niye böyle yapar? Bu sorunun cevabını ararken, Adana’nın sıcak sokaklarında, samimi bir dille, halk arasında nasıl anlatılırsa öyle bir bakalım.
Öncelikle, insanların neden böyle davrandığını anlamak için, insanın iç dünyasına ve yaşadığı sosyal çevreye bir göz atmamız gerekiyor. İnsan, doğası gereği, hem iyi hem de kötü yönleri olan karmaşık bir varlık. Her birimizin içinde bir melek kadar saf, bir şeytan kadar da yaramaz yanlar var. Fakat önemli olan, hangi yönümüzün baskın olduğu ve hangi yönümüzü beslediğimiz.
İhanet ve aldatma gibi davranışlar, genellikle güvensizlik, tatminsizlik ya da kendi iç dünyasında yaşadığı çatışmalardan kaynaklanıyor. Birisi eğer kendisiyle barışık değilse, bu iç çatışma dış dünyaya yansıyabiliyor. Yani, “İçimizdeki fırtınalar, dışımızı da sarpa sarar” diyebiliriz.
Nazar, kötü göz ve haset meselesine gelince; bunlar genellikle kişinin kendi başarısızlıklarını, eksikliklerini görmek istememesinden kaynaklanıyor. Başkasının mutluluğuna, başarısına tahammül edememe durumu. “Kendi yapamayınca, başkasının yaptığına göz diker” misali. Bu da aslında bir nevi özgüven eksikliğinden kaynaklanıyor.
Arkadan konuşma ve birinin kuyusunu kazma gibi davranışlar ise, genellikle kişinin kendi hayatından memnun olmaması, kıskançlık ya da rekabet gibi duyguların bir yansıması. “Kendi işine bakmak yerine, başkasının işine burnunu sokma” durumu yani.
Peki, birine iyilik yapan birisine kötülük yapmak? Bu, belki de anlaması en zor davranışlardan biri. Bunu genellikle, “iyiliği görememe” ya da “kendi değerini bilmeme” durumu olarak açıklayabiliriz. Bazen insanlar, kendilerine yapılan iyiliklerin kıymetini bilemez, bu da onların iyilik yerine kötülük yapmasına yol açabilir.
Peki, bu durumlarla nasıl başa çıkabiliriz? Öncelikle, kendimizle barışık olmalı, kendi iç dünyamızı keşfetmeliyiz. Kendimize dürüst olmalı, eksikliklerimizi ve hatalarımızı kabul etmeliyiz. Böylece, başkalarına karşı daha anlayışlı ve hoşgörülü olabiliriz.
Ayrıca, başkalarının ne yaptığına değil, kendi yaptıklarımıza odaklanmalıyız. Kıskançlık ve haset yerine, başkalarının başarılarını kutlamayı öğrenmeliyiz. Unutmayalım ki, başkasının mumunu söndürmek, kendi mumumuzu daha parlak yapmaz.
Son olarak, iyilik yaparken, karşılık beklemeden yapmalıyız. İyilik, kalpten gelmeli ve saf olmalıdır.
Evet, devam edelim.
İyilik yaparken, bunu gönülden yapmalıyız. Karşılık beklemeden yapılan iyilik, aslında en büyük ödülü bize verir; iç huzuru ve manevi tatmini. Unutmayın, iyilik yap, denize at; balık bilmezse Halik bilir. Yaptığınız iyilikler mutlaka bir yerde size geri döner. Belki de beklediğinizden çok daha değerli bir şekilde.
Dünya, ne yazık ki, her zaman adil bir yer değil. Bazen, iyilik yaptığınız insanlar sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Ama bu, iyilik yapmaktan vazgeçmeniz anlamına gelmez. İyilik, bir lütuf değil, bir yaşam tarzıdır. İyiliği yaşam tarzı haline getiren insanlar, genellikle daha mutlu ve huzurlu olurlar.
Hayatta her zaman tercihlerle karşı karşıya kalırız. Bu tercihler, kimi zaman bizi zorlar, kimi zaman ise ruhumuzu aydınlatır. İhanet, aldatma, nazar, kötü göz, haset gibi olumsuz tercihler, kısa vadeli tatminler sağlasa da, uzun vadede ruhumuzu karartır. Oysa iyilik, sevgi, anlayış ve hoşgörü gibi olumlu tercihler, hayatımızı aydınlatan, bizi daha iyi bir insan yapacak yollardır.
Adana’nın sıcak sokaklarında, samimi sohbetlerin yapıldığı köşe başlarında, büyüklerimizden sık sık duyarız: “İnsanı insan yapan, yüreğindeki sevgidir, başkasına duyduğu saygıdır.” Gerçekten de, insan olmanın en güzel yanı, birbirimize karşı gösterebildiğimiz anlayış, sevgi ve hoşgörüdür.
Başkalarına karşı davranışlarımız, aslında kendi iç dünyamızın bir yansımasıdır. İçimizdeki güzellikleri dış dünyaya yansıttığımızda, hem kendimiz için hem de çevremizdeki insanlar için daha iyi bir dünya yaratabiliriz. Unutmayın, güneş gibi olun; nereye vursanız ışık saçın. Karanlıkları aydınlatın, soğuklara sıcaklık getirin. İşte o zaman, gerçek mutluluğun ve huzurun ne demek olduğunu anlarsınız.
Sonuç olarak, hayat kısa, dünya dar. Birbirimize karşı sevgi, saygı ve hoşgörüyle yaklaşalım. Kendi iç dünyamızı güzelleştirelim ki, dış dünyamız da o güzellikleri yansıtsın. İyilik yapın, güzellikler paylaşın; çünkü iyilik ve güzellik, ancak paylaşıldıkça çoğalır. Böylece, Adana’nın sıcak sokaklarında bile, serin bir rüzgar gibi esen, insanın içini ısıtan bir iyilik ve hoşgörü iklimi yaratabiliriz.